BİR AVUÇ KAHRAMANIN YAKTIĞI MEŞALE: TRABLUSGARP SAVAŞI

Trablusgarp Savaşı mücadele, savunma ve yapısı itibarıyla Kuvayı Milliye hareketine çok benzemekte hatta belki de bu hareketin ilk kıvılcımı niteliğindedir. Örneğin Trablusgarp’a gizli gizli geçilmesi, hükümetten bağımsız hareket edilmesi, Mısır ve çeşitli yerlerden bölgeye silah kaçırılması, halkın işgale karşı direniş için örgütlenmesi, Enver Bey’in halife vekili olarak bölgede bulunması ve çeşitli siyasi temaslara geçmesi ve ilerleyen bölümlerde bizzat kendi hatıralarından vereceğimiz örneklerle bunu ortaya koymaya çalışacağız. Enver Bey’in “Sanki ölüm benden kaçıyor” sözü ile Trablusgarp’ta alevlenen bu meşale Kurtuluş Savaşına uzanan bir hareketin kıvılcımıydı.

Giriş

20. yüzyılın başlarında asırlık bir çınar olan Osmanlı Devleti eski ihtişamlı günleri geride bırakmış gerek emperyalist ülkelerin baskıları gerekse de iç karışıklıklar, azınlıkların isyanları ve ayrılıkçı hareketleri ile boğuşmuş ve zayıf düşmüştü. Yıllarca adaletle hükmedilen balkanların büyük bir bölümü elden çıkmış devlet büyük bir kayba uğramıştı. Osmanlı Devleti tüm bu yıkıcı faaliyetlerle mücadele ederken devletin içine düştüğü bu zor durumu fırsat bilen ve sömürge yarışında yerini almak isteyen İtalya Krallığı gözünü Osmanlı Devletine dikmiş, Akdeniz’de kontrolü ele geçirmek ve sömürgelere hakim olmak için Osmanlı’nın Kuzey Afrika toprakları olan Bingazi, Trablus gibi önemli noktaları ele geçirme planları yapmaktaydı.

Aslında Avrupa’nın başat devletleri sürekli Osmanlı Devletini parçalamak ve pastadan payını almak için sürekli planlar yapıyor bunları yaparken de kendi aralarında dahi anlaşmazlığa düşüyorlardı. Fakat İtalya uzun süren diplomasi süreciyle İngiltere ve Fransa ile anlaşmaya varmıştı. Hatta Osmanlı Devleti ile dost olma iddiasında bulunan Almanya’da bu işgal planına onay vermiştir. Bir diğer önemli devlet olan Avusturya bunun Balkanlardaki çıkarlarına zarar vermesinden çekinmesinin yanında İtalya’yı engelleyecek bir girişimde de bulunmamıştır[1].


Ocak 1911 de İtalya, Osmanlı Devleti’nin Trablusgarp’ta İtalya’ya karşı düşmanca faaliyet yürüttüğünü iddia ederek Osmanlı’ya bir nota verir. Aynı yıl Ağustos ayında İtalyanların diplomatik baskısı sonucu Trablusgarp valisi Müşir İbrahim Paşa görevden alınırken İtalyan basını bu durumdan malzeme çıkararak Osmanlı’nın bölgedeki gayrimüslimlere kötü davrandığını içeren kara propaganda faaliyetlerine başlar[2]*. Osmanlı Devleti İtalya’nın savaşa zemin hazırladığını ve hazırlık yaptığını Avrupalara devletlere bildirmiş ve buna karşı faaliyete geçmelerini istemişse de bu devletler İtalya’nın savaş çıkarmayacağını, Osmanlı’nın İtalya’ya karşı biraz daha tavizkar olmasını istemişlerdir[3].

Aslında İttihat ve Terakki Cemiyeti Trablusgarp’ın İtalyanlar için önemli olduğunu ve İtalyanların buraya sahip olmak isteyeceklerini önceden kestirmiş ve vatansever bir siyaset ile İtalya’nın bu topraklar üzerindeki gayelerini anlamıştır. Zira 1909 yılında İtalya Trablusgarp üzerinde ekonomik, kültürel ve siyasi etkilerini arttırarak işgale zemin hazırlamak için bölgede bir karma okul Bingazi’de 1 erkek ve 1 kız mektebi açmış aynı zamanda ekonomik teşebbüslerini de buraya yerleştirmiştir. Ayrıca İtalya emperyalist emellerini haklı bir zemine oturtmaya çalışarak, yukarıda da kısaca değindiğimiz gibi Osmanlı subaylarının ve bölgede faaliyet yürüten İttihatçıların halkı İtalya aleyhine kışkırttıklarını ve düşmanlığa sevk ettiklerini ileri sürmüş ve bölgede yaşayan İtalyanların(yukarıda bahsedilen İtalyan okul ve iktisadi teşebbüsleri) tehlikede olduğunu ifade ederek haklı çıkmaya çalışmışlardır[4].

Alenen Osmanlı Devletinin iç işlerine karışan İtalya bunu haklı bir sebep gibi gösterme gayretine girişerek 28 Eylül 1911’de Trablusgarp’ın Osmanlı yönetimi tarafından geri bırakıldığını ve bu durumun Trablusgarp’taki gayrimüslimler açısından tehlike arz ettiğini öne sürerek bölgeyi işgal edeceğini ve Osmanlı Devleti’nin işgale karşı koymamasını da içeren bir ültimatom vererek ertesi gün henüz ültimatoma karşı bir cevap beklemeksizin Trablusgarp topraklarına karşı saldırıya geçti. Bu kadar acele bir tavırla işgale ne kadar hevesli olduğu ortada olan İtalya’nın iddia ettiği “Bölgeye medeniyet götürme” söyleminin ne kadar asılsız olduğu ve işgalinde haksız olduğu faaliyetlerinden anlaşılacaktır. Zira Bingazi ve Trablus gibi şehirleri bombardımana tutan İtalyanlar, sivil, kadın, çocuk ayırt etmeksizin bir katliama girişmiş yurdunu savunan insanları ise suçlayarak idama mahkûm ederek emperyalist devletlerin sıkça yaptığı gibi bir savaş suçu işlemiştir[5].

Trablusgarp’ta Askeri Durum

Saltanatı döneminde II. Abdülhamit Han Avrupa siyasetini yakından takip etmiş ve olası tehlikelere karşı önlemler almıştır. Trablusgarp’ta bu noktada önemli bir yer olduğu için silah ve mühimmat açısından bölgeye sevkiyat yapılmış yaklaşık 15 bin kişilik bir birlik bölgeye konuşlanmıştır. Enver Paşa’nın hatıralarında da sıkça bahsi geçen Senusi Tarikatı’da silahlandırılmıştır. Fakat daha sonra bu birliklerin Yemen’e gönderilmesi, silahların ise bakım ve tamirat gerekçesi ile payitahta getirilmesi(*) ile adeta bölge savunmasız kalmış çok az bir askeri birlik bölgede bırakılmıştır[6].

Trablus, Derne, Tobruk ve Bingazi gibi liman kentleri ağır bombardıman altında kalmış fakat teslim olmamak için direnmesine rağmen bu bombardımanlar sonucu işgale uğramıştır. Yaklaşık 360 yıl sonra düşman ayağı basılan ve İtalyanların buradaki zulmü vatansever Türk subaylarını derinden etkilemiş özellikle İttihatçı subaylar bir an önce harekete geçerek kanlarına dokunan bu duruma müdahale etmeyi istemişlerdir. Hükümetin içine düştüğü bu aciz durumun yanında Türk onurunu ve şerefini kurtarmak için gönüllü olarak bir grup vatansever Türk subayı bölgeye giderek direnişe geçmek ve halkı direniş için örgütlemek üzere yola çıktı. Bu subaylar gelecekte tarihe damga vuracak isimleri barındırıyordu. Bunlar arasında, ileride devletin yönetimini eline alıp, Başkumandan olacak daha sonra Türkistan’da şehit düşecek olan İttihat Terakki’nin kudretli ismi Enver Bey, birçok cephede kahraman olacak ve Türkiye Cumhuriyetini kuracak olan Mustafa Kemal Bey bulunmaktaydı. Ayırca gelecekte Kut’ül Amare kahramı olacak olan Enver Paşa’nın amcası Halil Bey, ilerde Bakü Fatihi olacak olan kardeşi Nuri Bey, Eşref Kuşçubaşı, Ali Fethi Bey ile Yakup Cemil ve Süleyman Askeri Bey gibi istihbaratçılarda vardır.

Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa’nın planına göre İtalya’ya resmen savaş ilanı olmayacak fakat işgale de sessiz kalınmayacaktı. Gönüllü subaylar gizliden ve yerel kaynaklarla desteklenecek, resmen savaş ilanı olduğunda ise açıktan her türlü destek verilecekti. Eğer diplomasi yolu ile mesele çözülecek olursa Osmanlı hükümeti sorumluluk kabul etmeyecek bütün sorumluluk gönüllü subaylarda olacaktı[7]. Bu durumda gönüllü subaylar büyük bir vatanseverlik ve fedakarlık örneği göstermiş oluyorlar ve emperyalist bir devlete savaş açan bir avuç kahraman olarak kendilerini feda ederek tarihe geçmiş oluyorlardı.

Liman şehirlerinin işgal edilmesiyle Trablus vali vekili Miralay (Albay) Neşet Bey sahilden yaklaşık 40 kilometre kadar içeriye çekilerek Aziziye kasabası civarında karargah kurarak bir müdafaa hattı oluşturmaya çalışıyordu. Enver Bey padişah ile görüştükten sonra 15 Ekimde gazeteci “Şerif Bey” takma adını kullanan Mustafa Kemal Bey ve Yakup Cemil Bey ile kimseden yardım almadan maddi imkânsızlıklar içerisinde yola koyuldu. Mustafa Kemal Bey yolda rahatsızlanınca Mısır’da kalmak zorunda kaldı. Burada kaldığı süre içerisinde Mısır Hidivi ile görüşmüş ayrıca Senusilere bağlı gönüllüler ile Ömer Naci, Fuat ve Nuri Conker Beyler ile Trablusgarp’a geldi. Şeyh Muhammet Senusi ile yapılan görüşmelerden sonra tarikat üyeleri Osmanlı subayları ile direnişe katılırken Şeyh Senusi ise Cihat çağrısı yaparak bölge halkını direnişe katılmaya çağırmıştır.[8]

Mustafa Kemal Bey Tobrukta mücadelelere katılmış buradan Derne’ye geçmiştir. Derne’de muharebe esnasında savaş uçaklarının saldırısı sonucu gözünden yaralanmış ve Hilal-i Ahmer yani bugünkü Türk Kızılay’ında tedavi görmüştür ki İttihatçılar tarafından kurulan bu cemiyet cephelerde fedakarca hizmet etmiştir ve hala günümüzde faaliyetlerini sürdürmektedir. Henüz iyileşmeden görevinin başına dönen Mustafa Kemal Bey 6 Mart 1912’de Derne komutanı olarak görevlendirilmiştir[9].

Bir başka gönüllü olan subay ise Ali Fethi (Okyar) Beydir. Savaşın patlak verdiği yıllarda Paris Askeri Ateşesi olarak görev yapan Ali Fethi Bey, buradan Fransa işgalindeki Tunus’a geçerek Trablusgarp’a gelmiş ve direnişe katılmıştır. Ali Fethi Beyin gelmesi ile görev konusunda çıkan anlaşmazlıklar yaşanmış Neşet Bey Trablus valisi olarak görevlendirilirken Ali Fethi Beye ise Trablusgarp Kumandanlığı görevi verilmiştir. Kumandası altındaki direnişçilerle düşmana karşı önemli başarılar kazanılmış ve teşkilatlanma kabiliyeti artmıştır. Böylece bölge Trablus Komutanlığı (Albay Neşet Bey) Bingazi Komutanlığı ise teşkilatçılığı çok iyi olan kurmay yüzbaşı Enver Bey, Derne komutanlığı ise Mustafa Kemal Beyde olmak üzere 3 kısıma ayrılmıştır[10].

Enver Bey, teşkilatçılık yeteneği sayesinde bölgedeki halkı hemen örgütlemiş onun sevk ve idaresi Türk subayların savaş yeteneği İtalyanlara karşı eşsiz savunma savaşlarından biri yapılmış ve başarılar kazanılmıştır. Oluşturulan bu savunma hattı ile İtalyanlar kıyıdan içeriye girememişlerdir. Trablusgarp savaşının hemen öncesinde Berlin’de askeri ateşe olan Enver Bey masa başında oturmanın yettiğini artık harekete geçmenin gerektiğini ifade eden şu sözleri söylerken aslında nasıl bir aksiyon adamı olduğunu da anlayabiliriz. Enver Bey;

Bu gece çok yorgunum… Benim için her şey çok hüzün verici. Düşman süngüleri ile hırpalanmış ve yaralar içinde olan vatan, hasta yatağında matem içerisinde. Şu anki durumumu tahmin edemezsiniz tren Vardar nehri boyunca giderken ben yalnız başıma bütün bu büyük trajediyi yeni baştan düşünüp duruyorum…”

Yakınları ve arkadaşları onun Trablusgarp’a gideceğini öğrenince durdurmak istemişlerdir. Enver Bey notlarında bununla ilgili olarak şunları yazmıştır;

“Vazifem bu sefer beni hiçbir maddi netice almayacağım bir amaca doğru götürüyor. Trablus, zavallı memleket, şimdilik kaybettik belki de ebediyyen. Peki o zaman niye mi gidiyorum?. İslam dünyasının bizden beklediği bu görevi yerine getirmek için…”[11].


Enver Bey İstanbul’a dönünce Eşref Kuşçubaşı ile birlikte İttahat ve Terakki’nin Nuruosmaniye’deki merkezinde Talat Bey ve Halil Menteş ile görüşmüştür. Talat Bey’in ümitsiz bir şekilde Enver Bey’e bir şey düşünüyor musunuz? Şeklindeki sorusuna şu cevabı verir:

“Ben ve arkadaşlarım sizler gibi düşünmüyoruz. Bir vatan parçası ve ona bağlı olanlar hayatta nefes aldıkça, elleri silah tuttukça ve atacak kurşun da varsa utanç içinde terk edilemez. Biz Trablusgarp’ı Türk ordusunun şeref ve haysiyet sahibi mensupları olarak sonuna kadar savunacağız Sizden de hükümet olarak beklediğimiz, bize engel olmamanızdır. İşte o kadar…”

Buna Talat Bey: “Siz şimdi bir haysiyet ve şeref davasına gireceksiniz, bizde sizin ayağınıza çelme takacağız öyle mi?” şeklinde cevap verir.

Nihayetinde Enver Bey Trablusgarp’a geçer ve gönüllü arkadaşları ile direniş başlar. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi İtalyanlar kıyılardan içeriye girememiş bir avuç gönüllü direnişçiye karşı rezil olmuştur. Buna rağmen bu başarısızlığınınım üzerini kapatmaya çalışan İtalyanlar, 5 Kasımda Bingazi ve Trablusgarp’ı ele geçirdiklerini ilan etmişlerdir.

Enver Bey savaşın başladığı o günlerde şunları yazar:

Şu İtalyanlar bizi iğrenç ve utanç verici bir duruma düşürdüler. Ben şerefimize ve kendimize duyduğumuz saygıya sürülen bu lekeyi kendim sileceğim. Hükümet bu işten vazgeçse bile ben kanımla bu iğrenç lekeyi yıkayana kadar kararımdan dönmeyeceğim…”

Amcası Halil Bey’de yine aynı şekilde şunları anlatmaktadır:

“İtalyanların kahpece olarak nitelendireceğimiz bu harekeleri bütün Türklerin izzetinefislerinde tamiri mümkün olmayan bir yara açmıştır. İlk akla gelen şey Trablusgarp’ta ölünceye kadar vuruşmak oluyordu”[12].


24 Ekim’de İtalyan kuvvetleri Hani üzerinden saldırıya geçmiş 10 saate yakın süren çatışmalar sonucunda İtalyan geri püskürtülür. 26 Ekim günü Türk kuvvetleri iki ayrı koldan İtalyanlar üzerine saldırıya geçmiş ve düşmana ağır kayıplar verdirilmiştir. Ancak İtalyanların sayıca üstün olması kesin bir sonuca ulaşmayı mümkün kılmamıştır[13]. Enver Bey’in kardeşi Nuri Bey Trablusgarp anılarında çekilen sıkıntılara bulunan çözümleri anlatırken orada yapılan bu destansı direnişin fedakârlık aynı zamanda da feraset boyutunu gözler önünde sermiştir. Cephede mühimmat sıkıntısı çekildiğini aktaran Nuri Bey, birkaç gönüllü ile İtalyan ateş vasıtalarının önüne atıldıklarını daha sonra açılan ateş sonrasında geri çekilen İtalyan birliklerinin boş kovanlarını toplayarak mühimmat ürettiklerini kaydeder. Zaten Cumhuriyet yıllarında kendisi Türk Savunma Sanayisinin de kurucusu olacaktır.

2 Kasım 1911’de Türk kuvvetleri İtalyanların şehirde konuşlandığı yerleri bombalamış ve İtalyanlar yine ağır kayıplar vermiştir. Bunun üzerine İtalyanlar propaganda faaliyetlerine başlayarak direnişçiler arasında ayrılık ve bozgunculuk çıkarmak için bölge halkını galeyana getirmeye çalışmışlardır. Kara propaganda faaliyetlerinde Türklerin yerli halkı kullandıklarını ve onları önden gönderip kırdırdıklarını iddia etmişler fakat buna halk içerisinde karşılık bulamamışlardır[14]. Bu duruma karşılık Enver Bey bir bildiri yayınlayarak yerel halkın İtalyan propagandalarına alet olmalarını engellemiştir.

Enver Paşa’nın Halife sıfatı taşıyan padişahın damadı olması ve bölgede onun vekili sıfatıyla bulunması halk üzerinde etkili olmuş onu halife vekili olarak kabul etmişlerdir. Enver Paşa’da mühür olarak ve unvan olarak “ Padişah Hazretlerinin Damadı, Bingazi Ordusu Komutanı Kurmay Binbaşı Enver” unvanını kullanmıştır*[15].

İtalyanlar Trablusgarp’ta kesin bir başarı sağlayamayınca savaşı daha geniş bir alana yayarak direnişçileri ve Osmanlı Devletini daha zor duruma sokarak direnişi kırmayı amaçlamıştır. Aynı tarihlerde 1. Balkan savaşının da ayak sesleri duyulmakta ve savaş patlak vermek üzere olunca İtalya’da bunu fırsat bilerek politikasını değiştirmiştir. Trablusgarp’ta her geçen gün başarı kazanan Türk subayları karşısında netice alamayacağını anlayan İtalya savaşın yönünü Ege Adaları, Çanakkale Boğazı yönüne doğru çevirmiş böylece zaten zor durumda olan Osmanlı Devletini ve payitahtı tehdit ederek barışa zorlama çabasına girişmiştir[16].

İtalyan gemileri Çanakkale boğazının mayınlanması ve Türk Tabyalarının ateşi sonucu geri çekilmiş içerilere girememiştir. Fakat Osmanlı’da o dönemde meydana gelen iç gelişmelerle meşgul olunurken On İki ada İtalyan işgaline uğramış ve İtalya Ege’de Osmanlı için bir tehdit olarak güçlenmiştir. Fakat Osmanlı Devleti hala barış yapmamıştır, bunun üzerine İtalya tekrar Çanakkale Boğazına saldırmış fakat tabya ateşi karşısında tekrar geri dönmüştür. Bunun üzerine iki devlet arasında barış görüşmeleri başlamıştır. Trablusgarp’ta bulunan Türk subayları ise Balkan Savaşının başlamasıyla vatanın başka bir parçasını savunmak için İstanbul’a dönmek zorunda kalmışlardır. Hükümetin istifa etmesi ile yeni Sadrazam olan Gazi Ahmet Muhtar Paşa bu gelişmeler sonucunda İtalya ile 18 Ekim 1912 yılında Uşi Anlaşmasını imzalamak zorunda kalmış vatanın Kuzey Afrika’daki son parçası da batı emperyalizmine kalmıştır[17].

Bölgede Osmanlı varlığı dini ve kültürel bağlarını sürdürecektir. İtalyanlar ise amacına ulaşmış görünse de bölgede 20 yıla yakın yerel direniş devam etmiş İtalyanlar tam bir hâkimiyet sağlayamamıştır. Türk subaylarının örgütlediği direniş hareketi ve eğittikleri halk ile Senusi Tarikatı’nın faaliyetleri buna imkan vermemiştir.

Sonuç

Türk vatanseverliğinin ve savaş becerisinin bir destan niteliğinde tarihe geçtiği olaylardan biri olan Trablusgarp savaşı, çeşitli imkansızlıklara rağmen inanmış, vatansever ve teşkilatçılık yeteneği üst düzeyde olan bir grup Türk subayının neler yapabileceğini gösteren en güzel örneklerinden biridir. Çok daha geniş ve kapsamlı olan bu olayı sınırlı bir şekilde ele alarak ana hatları işleyip, eşine az rastlanır fedakarlık örneklerini ’de sunarak ele almaya çalıştık. Kuvayı Milliye’nin belki de ilk kıvılcımlarından sayabileceğimiz bu olay Milli Mücadelemiz ile gösterdiği benzerlikler bakımından da oldukça önemlidir. Türk askerinin cepheden cepheye koştuğu bu yıllar Halil Paşa’nın da hatıratına “Bitmeyen Savaş” demesinin haklılığını ortaya koyarken aynı zamanda da vatan toprağı için verilen mücadele ve fedakarlıklarında en somut örneklerinden biridir.

KAYNAKÇA

[1] Nevzat Kösoğlu, “Şehit Enver Paşa”, Ötüken Yayınları, 1. Baskı, s. 96. İstanbul Mart 2008.

[2]**İtalyanların bu propaganda faaliyetlerine karşılık Trablusgarp halkı Osmanlı Devletine bağlılıklarını bildiren telgraflar çekmişlerdir. Bu da İtalyan iddialarının asılsız olduğunu doğrular niteliktedir.

[3] Orhan Koloğlu, “Trablusgarp Savaşı ve Türk Subayları”, s.4 Ankara 1979.

[4] Mehmet Yetişgin ve Ömer Fatih Başkan, “Trablusgarp Savaşı’nda İngiliz Teğmen Herbert Gerald Montagu’nun Faaliyetleri”, “İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi”, Cilt 7, Sayı 3, 2018 s. 1538.

[5] Yetişgin ve Başkan, s. 1538.

[6] Kösoğlu, s. 96.

*Nevzat Kösoğlu kitabında, Bölgedeki birliklerin kaydırılması ve silahların İstanbul’a getirilmesi İtalyan gazetelerinin de yazdığını ifade ederek burada kasıtlı bir girişimin olduğunu işaret eder.

[7] Fatma Çelik, “Türkiye Lisansüstü Çalışmalar Kongresi Bildiriler Kitabı III” s. 286, 9-12 Mayıs 2018, Burdur.

[8] Çelik, s. 287.

[9] Abdurrahman Çaycı, “Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Milli Bağımsızlık ve Çağdaşlaşma Önderi (Hayatı ve Eseri)” s. 24. Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 2002.

[10] Çelik, s. 288.

[11] Kösoğlu, s. 99.

[12] Halil Kut (Paşa), “Bitmeyen Savaş” s. 67. İstanbul 2007.

[13] Hamdi Ertuna “ 1911-1912 Osmanlı-İtalyan Harbi” s. 45-46, ATASE, Ankara 1985

[14] Kösoğlu, s. 110.

[15] * Nevzat Kösoğlu, Enver Paşa’nın Padişah ve Halife’nin damadı olması ile üstün bir teşkilatçılık yeteneğinin olması sayesinde 20 bin gönüllü topladığını yazar.

[16] Çelik, s. 288.

[17] Mevlüt Çelebi, “Milli Mücadele Döneminde Türk-İtalyan İlişkileri”, Atatürk Araştırma Merkezi. s. 2, Ankara 2002.

Yorum gönder

Okumamış olabilirsin :)