FELÂHİYE MUHAREBESİNDE BİR ŞEHİT: YZB.MEHMET MUZAFFER
FELÂHİYE MUHAREBESİNDE BİR ŞEHİT: YZB.MEHMET MUZAFFER
Dr. Suat AKGÜL*
ÖZET
Birinci Dünya Harbi içinde Irak Cephesinde farklı bölgelerde birçok muharebeler olmuştur. Bazı yerlerde de birden fazla muharebelerin olduğunu ve muharebe bölgelerinin sık sık el değiştirdiğini görmekteyiz. Kutü’l-Amâre’ye yakın bir mevziide bulunan Felahiye bölgesi de bunlardan birisidir. Harp müddetince Felâhiye mevziinde 4 farklı muharebe olmuştur. Felâhiye mevzii, Süveyce bataklığı ile Dicle nehri arasında meydana gelen 15 km. uzunluğundaki boğazın doğusundadır. Ocak 1916 ortalarında bu mevziin genişliği 1200-1500 metre kadardı. Buradaki arazi son derece düz ve iki yanının dayalı bulunduğu nehir ile bataklığın düzeyinden biraz yüksekçedir. Bu bölge ancak sağ kıyıdan yürütülecek bir askeri harekâtla tehdit altına girebilir. Ancak bölgenin asıl önemi bu mevziin düşmesi halinde başta Kutü’l-Amâre olmak üzere bölgedeki birçok stratejik mevziin elden çıkmasına yol açabilir bir konumda olmasıdır. İşte bu yüzden Felâhiye mevkiine önemli oranda asker konuşlandırılmıştı. İngiliz kuvvetleri de bölgenin bu stratejik önemini bildiklerinden sık sık taarruzlarda bulunmaktaydı. Topçu birlikleri ile mevzileri bombaladıkları gibi Piyade ve Süvari hücumları ile de mevziyi ele geçirmeye çalışıyorlardı.
6’ncı Ordu, 13’üncü Kolordu birlikleri kontrolünde olan bölgeye zaman zaman 18’inci Kolordu birliklerince de takviyede bulunulmaktaydı. 51’inci Tümen bu vazifeyi ifa ediyordu. Bu Tümenin 9’uncu Alayı tamamen bu mevzi ve civarında konuşlandırılmıştı. 21 Ocak 1916’da Birinci Felâhiye Muharebesi oldu. Önemli zayiat verilmesine rağmen İngiliz kuvvetlerinin direnci kırıldı ve geri püskürtüldü. 6 Nisan 1916 tarihinde İkinci Felâhiye Muharebesi gerçekleşti. Bu muharebede çok daha ağır zayiat verilmesine rağmen İngiliz birlikleri yine püskürtüldü. 9 Nisan’da Üçüncü ve 22 Nisan’da da Dördüncü Felâhiye Muharebeleri oldu. Yine bunlar da çok çetin geçti. Karşılıklı kuvvetler ağır zayiat verdiler.
Bu muharebeler içinde Türk askerlik tarihi açısından dikkate değer ve önemli olaylar da gerçekleşti. Bunlardan birisi Üçüncü Felâhiye Muharebesi içinde gerçekleşen ve 51’inci Tümen, 9’uncu Alay, 3’üncü Tabur, 9’uncu Bölük kumandanlığı görevini deruhte eden Yzb.Mehmet Muzaffer’in şehitlik mertebesine ulaşması olayıdır. Yzb.Mehmet Muzaffer, bölüğü ile muharebe ederken ağır yaralanmış ve son nefesini vermek üzeredir. Bu esnada boğazından yaralandığı için konuşamadığından, cebinden çıkardığı kanlanmış bir zarfa “bölük intikamımı alsın” yazısını yazmıştır. Başka da cümleler yazmıştır. İşte bu olay bölüğü galeyana getirmiş ve mukadder zaferi hızlandırarak daha erkene aldırmıştır. Bu olay bir hikâye gibi algılanmasına rağmen o dönem Harp Mecmuası’nda ve Tanin Gazetesi’nde yayınlanmıştır. Buradaki yayınlanış şekli ve kullanılan ifadelerden devam eden savaş şartları düşünülerek hamasi bir anlatım yapılmıştır. Halkın gururlanacağı ve askerin galeyana geleceği bir anlatım şekli tercih edilmiştir.
Günümüzde ise birçok yayında, görsel medyada ve anlatımlarda bu konu işlenmektedir. Ancak zaman zaman isim benzerliği dolayısı ile konu ve kişiler karıştırılmakta, yanlış anlatımlar yapılmaktadır. Özellikle başka bir Şehit, İhtiyat Zabiti (Yedek Subay)Mehmet Muzaffer ile sık sık karıştırıldığı görülmektedir. İki farklı kahramanlık olayı ve kahramanlık şahsiyeti; tek bir kişi imiş gibi anlatılmaktadır. Bu iki anlatımın birisi Çanakkale’de geçen ve İhtiyat Zabiti Mehmet Muzaffer’in gerçekleştirdiği 100 liralık bir banknotun çizilerek karşılığında otomobil lastiği alınması olayıdır. Diğeri ise Irak Cephesinde Felâhiye Muharebesinde ağır yaralı halde iken bir zarfa kanı ile “bölük intikamımı alsın” şeklinde, askerini cesaretlendirici bir yazı yazdıktan sonra şehit olan Yzb.Mehmet Muzaffer’in olayıdır.
Yzb.Mehmet Muzaffer’in yaralanması esnasındaki hareket tarzı ve yazdığı yazılar Türk askerlik kültürü açısından çok önemli bulunmuştur. Bu olay gazetelere yansımış ve dergilerde yayınlanmıştır. Ayrıca askeri okullardaki subay adaylarına cesaret ve moral kaynağı olması için bir rol model olarak gösterilmiştir. Yzb.Mehmet Muzaffer’in fotoğrafı ile birlikte kanıyla yazdığı yazının olduğu zarfın görüntüleri, büyük afişler şeklinde bastırılarak askerlerin ve askeri öğrencilerin görebilecekleri yerlere asılmıştır. O dönem bu afişlere “levha” denilmekte ve büyük kahramanlık ve gurur verici olaylar, görsel bir hale getirilerek bir ders ve ibret vesikası olarak duvarlara asılmaktaydı.
İşte bu bildiride; Yzb.Mehmet Muzaffer’in olayı bu levha(afiş), Harp Mecmuasında yayınlanan makale ve Tanin Gazetesinde yayınlanan haber ışığında anlatılacaktır. Bu konuda günümüzde yapılan yanlışlıklar ve yanlış algı düzeltilmeye çalışılacaktır.
FELÂHİYE MUHAREBESİNDE BİR ŞEHİT: YZB.MEHMET MUZAFFER
GİRİŞ
Birinci Dünya Harbi içinde Irak Cephesinde farklı bölgelerde birçok muharebeler olmuştur. Bazı yerlerde de birden fazla muharebelerin olduğunu ve muharebe bölgelerinin sık sık el değiştirdiğini görmekteyiz. Kutü’l-Amâre’ye yakın bir mevziide bulunan Felahiye bölgesi de bunlardan birisidir. Harp müddetince Felâhiye mevziinde 4 farklı muharebe olmuştur.[1] Felâhiye mevzii, Süveyce bataklığı ile Dicle nehri arasında meydana gelen 15 km. uzunluğundaki boğazın doğusundadır. Ocak 1916 ortalarında bu mevziin genişliği 1200-1500 metre kadardı. Buradaki arazi son derece düz ve iki yanının dayalı bulunduğu nehir ile bataklığın düzeyinden biraz yüksekçedir.[2] Bu bölge ancak sağ kıyıdan yürütülecek bir askeri harekâtla tehdit altına girebilir. Ancak bölgenin asıl önemi bu mevziin düşmesi halinde başta Kutü’l-Amâre olmak üzere bölgedeki birçok stratejik mevziin elden çıkmasına yol açabilir bir konumda olmasıdır. İşte bu yüzden Felâhiye mevkiine önemli oranda asker konuşlandırılmıştı. İngiliz kuvvetleri de bölgenin bu stratejik önemini bildiklerinden sık sık taarruzlarda bulunmaktaydı. Topçu birlikleri ile mevzileri bombaladıkları gibi Piyade ve Süvari hücumları ile de mevziyi ele geçirmeye çalışıyorlardı.[3]
6’ncı Ordu, 13’üncü Kolordu birlikleri kontrolünde olan bölgeye zaman zaman 18’inci Kolordu birliklerince de takviyede bulunulmaktaydı. 51’inci Tümen bu vazifeyi ifa ediyordu. Bu Tümenin 9’uncu Alayı tamamen bu mevzi ve civarında konuşlandırılmıştı. 21 Ocak 1916’da Birinci Felâhiye Muharebesi oldu. Önemli zayiat verilmesine rağmen İngiliz kuvvetlerinin direnci kırıldı ve geri püskürtüldü. Bu muharebede Türk birlikleri 4 subay, 123 er olmak üzere 127 şehit vermiştir.[4] 6 Nisan 1916 tarihinde İkinci Felâhiye Muharebesi gerçekleşti. Bu muharebede çok daha ağır zayiat verilmesine rağmen İngiliz birlikleri yine püskürtüldü. Bu muharebede Türk birlikleri 2 subay ve 117 er şehit vermiştir. 1 subay ve 96 er ise kayıptır.[5] 9 Nisan’da Üçüncü ve 22 Nisan’da da Dördüncü Felâhiye Muharebeleri oldu. Yine bunlar da çok çetin geçti. Karşılıklı kuvvetler ağır zayiat verdiler. Üçüncü Felahiye muharebesinde 94 şehit, dördüncüsünde ise 3 subay 155 er olmak üzere 158 şehit verilmişti.[6]
Bu muharebeler içinde Türk askerlik tarihi açısından dikkate değer ve önemli olaylar da gerçekleşti. Bunlardan birisi Üçüncü Felâhiye Muharebesi içinde gerçekleşen ve 51’inci Tümen, 9’uncu Alay, 3’üncü Tabur, 9’uncu Bölük kumandanlığı görevini deruhte eden Yzb.Mehmet Muzaffer’in şehitlik mertebesine ulaşması olayıdır. Yzb.Mehmet Muzaffer, bölüğü ile muharebe ederken ağır yaralanmış ve son nefesini vermek üzeredir. Bu esnada boğazından yaralandığı için konuşamadığından, cebinden çıkardığı kanlanmış bir zarfa “bölük intikamımı alsın” yazısını yazmıştır. Başka da cümleler yazmıştır. İşte bu olay bölüğü galeyana getirmiş ve mukadder zaferi hızlandırarak daha erkene aldırmıştır. Bu olay bir hikâye gibi algılanmasına rağmen o dönem Harp Mecmuası’nda ve Tanin Gazetesi’nde yayınlanmıştır. Buradaki yayınlanış şekli ve kullanılan ifadelerden devam eden savaş şartları düşünülerek hamasi bir anlatım yapılmıştır. Halkın gururlanacağı ve askerin galeyana geleceği bir anlatım şekli tercih edilmiştir.
Günümüzde ise birçok yayında, görsel medyada ve anlatımlarda bu konu işlenmektedir. Ancak zaman zaman isim benzerliği dolayısı ile konu ve kişiler karıştırılmakta, yanlış anlatımlar yapılmaktadır. Özellikle başka bir Şehit, İhtiyat Zabiti (Yedek Subay)Mehmet Muzaffer ile sık sık karıştırıldığı görülmektedir. İki farklı kahramanlık olayı ve kahramanlık şahsiyeti; tek bir kişi imiş gibi anlatılmaktadır.[7] Bu iki anlatımın birisi Çanakkale’de geçen ve İhtiyat Zabiti Mehmet Muzaffer’in gerçekleştirdiği 100 liralık bir banknotun çizilerek karşılığında otomobil lastiği alınması olayıdır. Diğeri ise Irak Cephesinde Felâhiye Muharebesinde ağır yaralı halde iken bir zarfa kanı ile “bölük intikamımı alsın” şeklinde, askerini cesaretlendirici bir yazı yazdıktan sonra şehit olan Yzb.Mehmet Muzaffer’in olayıdır.
Yzb.Mehmet Muzaffer’in yaralanması esnasındaki hareket tarzı ve yazdığı yazılar Türk askerlik kültürü açısından çok önemli bulunmuştur. Bu olay gazetelere yansımış ve dergilerde yayınlanmıştır. Ayrıca askeri okullardaki subay adaylarına cesaret ve moral kaynağı olması için bir rol model olarak gösterilmiştir.[8] Yzb.Mehmet Muzaffer’in fotoğrafı ile birlikte kanıyla yazdığı yazının olduğu zarfın görüntüleri, büyük afişler şeklinde bastırılarak askerlerin ve askeri öğrencilerin görebilecekleri yerlere asılmıştır. O dönem bu afişlere “levha” denilmekte ve büyük kahramanlık ve gurur verici olaylar, görsel bir hale getirilerek bir ders ve ibret vesikası olarak duvarlara asılmaktaydı.
İşte bu bildiride; Yzb.Mehmet Muzaffer’in olayı bu levha(afiş), Harp Mecmuasında yayınlanan makale ve Tanin Gazetesinde yayınlanan haber ışığında anlatılacaktır. Bu konuda günümüzde yapılan yanlışlıklar ve yanlış algı düzeltilmeye çalışılacaktır.
Yzb.Mehmet Muzaffer Hakkındaki İlk Haber
Yzb. Mehmet Muzaffer’in şehit olması ve şehit olurken yaşadıkları ilk olarak dönemin önemli gazetelerinden Tanin’de 28 Haziran 1332 tarihinde yayınlandı. Günlerden Salı idi. Ramazanın 10. günü idrak ediliyordu. Haberin anlatım şeklinden Ramazan ayının etkisi olduğunu söyleyebiliriz. Bugünkü gazetede konu çok ayrıntılı olarak yer almadı. Haber ile ilgili fotoğraf da bulunmamaktadır. Ancak ilk kez okuyucunun huzuruna çıkıyor olması münasebeti ile önemlidir. Zaten diğer yayınlar bu haberi esas alacak ve bu haberi geliştireceklerdir.
Kanlı Zarf ifadesiyle verilen haberde şu ayrıntılar yer almaktadır[9]:
“27 Mart 1332 tarihinde Felahiye muharebesinde boğazından ağır bir yara alan 18’inci Kolordu, 51 ‘inci Tümen, 9’uncu Alay yaveri olan zabitimiz bu muharebede kendi alayından bir bölüğe kumanda eden İstanbullu Mülazımevvel Muzaffer, hayatının son dakikalarına geldiğini görünce sükûnetle son vazifesini yapmaya başlamış ve konuşamadığından cebinden çıkardığı bir mektup zarfının üzerine kurşun kalemle önce; “Kıble ne tarafta” diye yazarak sormuştur. Millî şeref ve fazileti bulunan ak yüzünü ve pak alnını, görevini başaranlara mahsus güzellikle huzûr-ı peygamberîye çevirmiş ve kalbinden geçenleri dille anlatmaya takati olmadığından, kana boyanan o zarfın ortasına okunaklı bir şekilde kelime-i şehâdeti yazmış, sonra bu büyük asker, bölüğüne son sözünü söylemek isteyerek aynı zarfın üç yerine; “Bölük intikamımı alsın” cümlesini yazarak, ikisini imzalamış, üçüncüsünü ise imzalayamadan son nefesini vermiş, silah arkadaşlarının safları önünde uçmak, bölüğüne kanat açarak sâye-i bahş olmak için yükselmiştir. Bu şehidin ruhunu fatihalarla selâmlayalım, Allahü teâlânın, şehidlerin yardımı ve himayesinden herkesi nasiplendirmesini dâima dileyelim. Muzaffer Efendinin berat-ı fazileti ve bir Osmanlı zabitinin numune-i maneviyatı olan o kanlı beyaz zarf Askerî Müzemize gönderilmiştir. Osmanlı evlad ve ahfadı maneviyatına bir sermaye-i cevher ve kıymetdar bir miras olacaktır. Yaşayan ölülerin mirasları içinde bu zarf da yaşayacak, dâima yükselmeye teşvik ve milletin iftihar etmesi için bir vesika olarak kalacaktır. Büyük meydanların büyük imtihanlarında kazanılan bu şehâdetnâmeler; her genci imrendirip, misal olacak bir etki yapacağı gibi, her babanın kalbinde böyle evlâda sâhib olma duygusunu yükseltecek, sonunda millet bu yüzden kendi fedakârlığına güvenecektir. Böylece, dîni ve vatanı için ölmek aşkıyla yetişen gençler çoğalacak ve vatan sevgisi millî terbiyemize esas oldukça yaşama hakkı bizim olacaktır.
Bu husustaki şahsi vazifesini ifa eden 6’ncı Ordu, neticesini milletin takdirine bırakmıştır. Umarım ki, her edip, her yazar bu yüce gayeye hizmete ve merhumu bütün millete tanıtmaya çalışacaktır. Ve yine umarım ki Müdâfaa-i Millîye Cemiyeti bu Gâzi’nin fotoğrafıyla zarfını birleştirip büyük levhalar hâline getirecek, yüz binlerce duvar levhası şeklinde basarak, her evin iftiharla duvarına asacağı birer ibret levhası yapacak, böylece; vatan, millet nâmına bir hizmette bulunacaktır.”
Haberde de görüldüğü gibi Felahiye’de 9 Nisan 1916 tarihinde olan muharebeden bahsedilmektedir. Kısaca mensup olunan birlik ve bölge tanıtıldıktan sonra haber duygusal bir şekilde ve edebi üslupla anlatılmaktadır. Mehmet Muzaffer’in rütbesi Üsteğmen olarak yazılmıştır. Dinî temalara ise sıkça yer verilmiştir. Harp içinde olunması ve maneviyatı güçlü tutmak düşüncesi haberin aktarılış yöntemine etki etmiştir. Habere konu olan “Kanlı Zarf”ın Askeri Müze’ye gönderildiği yazılmıştır. O dönemde Askeri Müze, Aya İrini Kilisesi içinde bulunmaktaydı. Şayet bu zarf yerine ulaşmışsa ilk olarak burada konuşlanmış olan binada sergilenmesi gerekirdi. Ancak bu sergilemenin yapılıp yapılmadığı konusunda gazetenin bundan sonraki nüshalarında bir bilgi bulunmamaktadır.
Haberin “Ebedi Kahraman” Başlığı İle Harp Mecmuası’nda Yayınlanması
“Harp Mecmuası” 1.Dünya Harbi içinde Türk Milletinin maneviyatını güçlendirmek, askeri durum hakkında halkı bilgilendirmek ve askerlerin kahramanlıklarını duyurmak maksadıyla yayın yapmaktaydı. Mecmuanın yayın hazırlıkları sivil yazarlar tarafından yapılmakta ancak Osmanlı Harbiye Nezareti bu yayına destek vermekteydi. Harbiye Nezareti Mecmuayı bir propaganda unsuru olarak görüp bu yönde yayın yapılmasını teşvik etmekteydi. Bu amaçla hazırlanan yazılar dönemin güçlü ve etkili yazarları tarafından kaleme alınıyor ve derginin takip edilirliğini artırıyordu.[10]
Haber, Harp Mecmuası’nın Ağustos 1332 tarihli ve 12 sayılı nüshasında “Ebedi Kahraman” başlığı ile yayınlandı. Yayınlayan kişi F.R. kısaltmasını kullanmıştı. Ancak bu kişi sonraki dönemlerde anlaşılacağı gibi Falih Rıfkı (ATAY)dır. Burada yayınlanan haberin içeriğine baktığımızda anlatımın; bir bilgilendirme ve duyurmadan çok, maneviyatı yükseltmeye yönelik bir üslup kullanıldığı görülmektedir. Konuya Falih Rıfkı’nın şahsi müdahalelerinin de olduğu haber şöyledir:[11] “Benim neslimin büyük günahı, tarihini bilmemek, tarihine inanmamak ve bilhassa tarihinden kendinde bir şey devam ettiğine inanmamaktı. Gördüğümüz fecî terbiyenin tesiri altında tarihi bir mezar ve bütün vakayı birer ceset gibi düşünüyorduk. Mazimiz bir dağdı. Onu çıkmıştık, şimdi inmekle meşgul idik; ve talihin bizi iniş tarafından dünyaya getirdiğine kızmaktan başka yapacak bir şeyimiz yoktu.
Kendimizle mağrur olmaktan utanıyor gibiydik; fakat bunlar öyle cürümlerdi ki eğer bu cürüm olmasaydı belki yokuşu tamamlamakla cezasını görecektik.
Denebilir ki, bu millet hakikaten bir harbe muhtaç idi. Fakat buna arazi kazanmak fazla bulduğu bir takım insanları feda etmek için değil, sâdece kendisine inanabilmek için ihtiyacı vardı ve hiçbir şey bu zamanda Çanakkale kadar, Irak kadar, mukaddes Kafkasya müdâfaası kadar bize faydalı olamazdı. Şimdi tamamen mağrur olarak söyleyebiliriz ki, bütün dünya bize inandı ve biz de kendimize inanıyoruz. Bittabi bu neticeyi yalnız Çanakkale, Irak, Kafkasya hududu gibi üç yuvarlak kelimeden çıkarmıyoruz. Aynı zamanda o korkunç günlerin binlerce teferruatını, asıl sevgiler için bî-kayd ü perva olan insanları ve bu insanların kutsî menkabelerini düşünüyoruz. İşittiğimiz menkabeler bize anlatıyor ki, yalnız tarih değil, esatir bile henüz olmamıştır. Filhakika harp hudutlarında çarpışan ordunun öyle vakâyîleri vardır ki, bir şairin dediği gibi tarihi aşıp esatire karıştı.28 Haziran 332 tarihli Tanin gazetesi alınız. Onun yarım sütun ile sade cümleler ve basit kelimelerle anlattığı bir menkabe var: Harp seferlerinde kurşunla vurulup düşen bir zâbitin son nefesi anlatılmaktadır. Bu zâbit hayat ile, insanlar ve dünya ile veda dakikasında olduğunu hissetmişti. Bu his korkunçtur. Maddi ızdırap yanında, bütün manevî ızdıraplar, aile, çocuk ve geride bırakılan şeylerin ızdırapları duyulur. Fakat o zâbit bütün melekelerini bütün neşelerini ve ızdıraplarını yalnız iki noktaya saplamıştı; Din ve vatan. Zaten kahraman olmak için bu lâzımdı. Maksat uğruna ölmek için her şeyden evvel bütün ölümlerin yekûnunu maksatta, mağlup olmak acısının yanında hiçe saymak ve bütün düşüncelerini, duygularını ümit ve ihtiraslarını bu maksat etrafına toplamak lazımdı. İstanbullu Muzaffer Bey böyle bir insandı. Son nefesinde sesinin artık çıkmadığı, gözlerinin bir şey anlatamadığı dakikada cebinden bir zarf çıkardı ve üzerine yazdı: “Kıble ne tarafta?” Evvela Beytullah ile, dîni ve mukaddesatı ile karşı karşıya kalmak istiyordu. Onu kıbleye çevirdiler. Sonra yazmağa devam etti. “Bölük intikamımı alsın.” Şimdi gözünün önünde vatan, ona son nefesini bile ateşle, duman ve kanla boğulmuş havasından veren toprak vardı. Bu zâbitte en büyük kahramanların en büyük kuvveti olan feragat ve feda duyguları yaşıyordu. O, maksat için ölüyordu ve ölürken dünyadan bir insanın çekildiğini düşünmüyordu. Mukaddes gayenin müdafaasız kalmasından korkuyordu ve devam etti. “Bölük intikamımı alsın.” O zaman bölük ateşler içinde ayakları kana saplanmış ve alnı dumanla kararmış; onun ceset olmaya başlayan vücudu etrafında çarpışıyordu, Üçüncü cümlesini imzalamak isterken İstanbullu Muzaffer Bey hayata veda etti. Muzaffer Bey’in son nefesiyle bu toprağa, toprağın tarihine, yaşayan nesle ve yaşayacak nesillere yaptığı hizmet, milyonlarca insanın bütün hayatları ile yapacağı hizmetten büyüktür. Bir çocuğunda bu kadar asîl heyecanlar yaşatmağa muvaffak olan bir tarih devam etmek, mazisi ile istikbali arasında kazılmış uçurumları, hiç endişe ve müşkilât hissetmeden atlamak hakkını ve kuvvetini kazanmış demektir. Irak’ın âteşîn semâsı altında son nefesini vatan-ı mukaddes hicranı ile teneffüs eden bu genci ve Çanakkale’de Kafkasya’da aynı duygu ve emellerle fedâ-yi nefs eden vatan gençlerini unutmayalım. Onlar kendi fedakârlıklarıyla bizim fânî insanlığımızı, şu toprağı, şu tarihi ve çok, pek çok ağlayan millî nâmusu kurtarıyorlar ve ebedileştiriyorlar.”
Bu haber Tanin’de yayınlanan ilk haberden yaklaşık 2 ay sonra yayınlanmıştır. Yazıya; olaya konu olan Kanlı Zarfın arka ve ön yüzünü gösterir 2 fotoğrafı eklenmiştir. Büyük oranda Tanin’deki bilgiler kullanılmış ancak yeni bilgiler de dahil edilmiştir. Ayrıca yazarının bazı şahsi gözlem ve değerlendirmelerine de yer verilmiştir. Duygusal ve hamasi ifadeler sıkça kullanılmıştır. Bu yazıda 2 fotoğraf vardır. Birisi zarfın ön yüzü diğeri de arka yüzüdür. Zarfın fotoğraflarının altında yazan yazılardan birisi şudur: “Ateş hattında vazifesi başından cennete ayrılan bir zabitin yarasından akan kanla boyanmış bir zarf üstünde bölüğe son emirleri! Kıble ne tarafta – Bölük intikamımı alsın”. Diğerinde de şu bilgi bulunmaktadır: “Bu kutsî zarfın öbür yüzü. Kelime-i Şahâdetle yine aynı emirler: Mübarek ruhunu teslim ederken bile intikam azmini efradına tekrar tekrar telkini unutmuyor.[12]
Haberin “Kıble Name-i İntikam” Başlığı İle Bir Levha (Afiş) Haline Getirilmesi
O dönem iletişim ve haberleşme yöntemlerinden birisi konuyu büyükçe bir afiş haline getirerek okunabilecek yerlere asmaktı. Bu şekilde, genellikle duvarlara asılan bu matbu yazılı tek sayfalık kâğıtlara levha denilmekteydi. Okuyanların görebilmesi için yaklaşık 1 metre boyunda ve 70 santim eninde yapılırdı. Görselliğin dikkat çekmesi için afiş içinde çoğunlukla fotoğraf kullanılırdı. Yazı içerikleri ise oldukça duygusal olurdu. Askeri konuları içeren levhalar genellikle kışlalarda herkesin görebilecekleri yerlere ve askerî mahfillere asılırdı. Askerî okullar da ise eğitim maksadıyla yararlanıldığı da görülmüştür. Harp Mecmuası birkaç sayıda bir, bu levhaları, okuyucularına hediye olarak dergi ile birlikte verirdi. Bu levhaların çoğunluğu şehit resimlerinin ve isimlerinin olduğu levhalardı. Birisi de Halil Kut Paşa hakkında yapılmış bir levhaydı. Bu levhalar dergiden ayrı ve bağımsız basıldığı için günümüze yaygın olarak ulaşamamıştır. Bazı nüshaları İstanbul Harbiye’deki Askeri Müze’de bulunmaktadır. Birkaç adedi ise Genelkurmay ATASE Daire Başkanlığı Arşivi içinde yer almaktadır.
Konumuzu oluşturan levha/afişin başlığı “Kıble Name-i İntikam”dır. Levhada 3 fotoğraf bulunmaktadır. Daha önce Harp Mecmuası’nda da bulunan kanlı zarfın iki tarafının göründüğü 2 adet fotoğraftan başka bir de Yzb.Mehmet Muzaffer’in fotoğrafı bulunmaktadır. Mehmet Muzaffer’in fotoğrafı altında mensup olduğu askeri birliğin “Kolordu 18 Fırka 51 Alay 9 Bölük 9 Kumandanı” şeklinde numarası yazmaktadır. Zarfın arka yüzünün olduğu fotoğrafın altında; “Şehid Muzaffer Bey’in yarasından akan kanla boyanmış bir zarf üstünde bölüğe son emirleri! Kıble ne tarafta – Bölük intikamımı alsın”, Ön yüzünün göründüğü fotoğrafta ise Bu kutsî zarfın öbür yüzü. Kelime-i Şehâdetle yine aynı emirler. Mübarek ruhunu teslim ederken bile intikam azmini efradına tekrar tekrar telkini unutmuyor” şeklinde yazılar bulunmaktadır.
Levha bu 3 fotoğraftan başka iki ana başlık altında yazılmış yazılardan oluşmaktadır. Yzb.Mehmet Muzaffer konulu levhada şunlar yazmaktadır.[13]
“Bir Osmanlı Zâbitinin Son Nefesi
27 Mart 332 tarihinde Felâhiye muharebesinde boğazından ağır bir yara alan Dokuzuncu Alay yaveri olup mezkur harpte kendi Alayından bir bölüğe kumanda eden Dersaadetli Mülazımevvel Muzaffer Efendi hayatının son dakikalarında olduğunu görünce kemal-i itidal ile son vazifesini itaya başlamış ve tekellüme muktedir olmadığı cihetle cebinde bulduğu boş bir mektup zarfı üzerine kurşun kalemle evvela “Kıble ne taraftadır” diye yazarak sebîl-i rahmeti sormuş. Göstermişler. Hûn-ı hamiyyet ve fazileti bulunan ak yüzünü, pak nâsiyesini ikmali vazife edenlere mahsus güzellikle huzur-u Peygamberîye tevcih eylemiş ve kalbindeki nûr şahâdeti lisanen izhara kader-i tebâb olamadığı cihetle kana boyanan o zarfın ortasına celî bir hatla kelime-i şahâdeti yazmış, sonra büyük asker bölüğe karşı son sözünü söylemek isteyerek aynı zarfın üç yerine “Bölük intikamımı alsın!” cümlesini kaydetmiş ve ikisini imzalamış ve üçüncüsünü imzalamadan ikmal-i nefes eylemiş, yani artık işe yaramayan kalemini atmış silah arkadaşlarının safları önünde uçmak, bölüğüne kanat açarak sâye-i bahş olmak için yükselmiştir. Bu şehidin ruhunu Fatihalarla selamlayalım ve daima temenni edelim ki Cenab-ı Hak rûh-ı pür fütûh şühedanın şefâat ve muavenetine cümleyi müzahir buyursun.
Muzaffer Efendinin berat-ı fazileti ve bir Osmanlı zabitinin numune-i maneviyatı olan o kanlı beyaz zarf Askerî Müzemize gönderilmiştir. Osmanlı evlad ve ahfadı maneviyatına bir sermaye-i cevher ve kıymetdar bir miras olacaktır. Yaşayan ölülerin metrukâtı içinde bu zarf dahi yaşayacak ve daima maâlim-i mevsuk bir numune ve mefahir-i milliye için bir şahadetname-i iftihar olarak kalacaktır. Büyük meydanların büyük imtihanlarında kazanılan böyle şahadetnameler, her gencin nazar-ı takdisinde bir gıpta uyandıracak ve emsal için büyük bir numune olacağı gibi her babanın kalbinde de metrukâtı yaşayan evlatlara malik olmak aşkı yükselecek ve binnetice millet kendi fedakârlığına güvenecek, kıblesi ve vatanı için ölmek zevkiyle yetişmiş gençler çoğalacak ve böylece hubb-ı âsâlî ve fedakârî terbiye-i umumiyemize esas oldukça yaşamak hakkı bizim olacaktır. Bu zarfın fotoğrafı aldırıldı. Birer nüshası milletin idbasıyla mecmua sayfalarına gönderildi. Merhumun resmi de elde edilince temsil edilecektir. Altıncı Ordu bu baideki vazife-i mahsusasını ifa ve neticeyi milletin dest-i takdirine tevdî’ etti demektir. Ümit olur ki her edib her muharrir teberrüken ve bu maksad-ı âliye-i hizmete merhumu bütün millete tanıtmaya çalışacak ve ümit ederim ki Müdafaa-i Milliye Cemiyeti gazinin fotoğrafıyla zarfını birleştirerek ve büyüterek bir levha vücuda getirecek ve yüzbinlerce emsalini tab ile duvar levhaları halinde her evce edinmeyi teshil ve temin edecek ve böylece hem Müdafaa-i Milliye namına bir kâr yapmış, hem de her evin esasını birer levha-i ibret ve iftiharla tahkim etmiş olacaktır.
Altıncı Ordu Kumandanı
Halil
——————-
Şehidin Metrukâtı ve Vesâyâsı
Yorulmaz, usanmaz bir gayretle İslamı fedakârlığa sevk eden, din gayreti, vatan muhabbetidir. Bu, Allah yolunda çekilen her zahmetin bir lezzeti olması maksadın kudsiyetindendir. Fedakârlığın sonu ölümdür. İslama ölümü munis gösteren rütbe-i şahadetin ulviyetidir. Hak ve fazilet uğrundaki ölümden korkmamak bir haslettir ki; bu haslet-i âliyeyi pek tabii ölerek İslama bahşeden şahadetin imtiyaz ve saadetidir. Bu hâk-i pâk vatanın her karışı bir şehidin terekesi bir şehidin malıdır. İmtisâl ve fedakârlık şart ve bedeliyle ihlafa icbar edilmiştir. Her kaza halkı bir şehidin kanıyla yoğurulmuş olan vatanın muhafaza-i ihlafı için bir vazife-i dîn ve namustur. Bunun için ise endelicab kanıyla vatana feyz ve hayat vermeye teşne gençler ve böyle bir hiss-i selabet ve necabeti ve terbiyeyi gençlere verebilecek mekteplere, bölüklere ihtiyaç vardır. Ve bu ihtiyaç daimidir. Muzaffer Bey her şehit gibi o da bu millete emin bir karış yer bir kâğıt zarf bıraktı. Hür ve emin olaraktan yaşadığımız bu yerleri muhafazaya ve şühedaya medyun olduğumuz bu saadetin mukablini ihlaf-ı edaya borçluyuz. Muzaffer Bey’in zarfı ise şeklen bir şehit bayrağı olmak kıymeti haizdir. Bu Müdafaa-i Milliye için çok güzel ve münasebetli bir bayrak olur. Kırmızı zemin üzerine beyaz renkte yapılacak zarfın şekli üzerine geçirilecek olan kan lekeleriyle kitabeler pek müessir ve ulvi bir şekil vücuda getirir. Mayası hayat, mevcesi fedakârlık saçacak bir bayrak, kıbleyi, vatanı muhafaza edecek bir kuvvet olur. Ey sermaye-i umumisi kan, candan, mertlik ve fedakârlıktan ibaret olan millet! Şühedanın kıymet ve ehemmiyetini tazim et! Şühedanın metrukâtını muhafaza et! Kendisi teçhiz ve tekfine, hatta tezkiyenize bile muhtaç olmayacak derecede âlemigam ve gunidir. Ona ithaf edeceğiniz Fatihalar dahi onun ruhunu irâhe ve tatyîb için değil belki onun ruhundan istifaza için size lazımdır. Yalnız siz onun metrukâtına bakın! Şehidin metrukâtını sevin! Şehidin metrukâtı şunlardır: Bir karış toprağı, bir al bayrağı, bir yavrucuğu, bir anacığı.
Şehit ister ki; o bir karış toprak mamur olsun. Yavrucuğu adam, anacığı mesut olsun. Başından bayrağının mevcesi, mecdinden Allahu Ekber sesi eksik olmasın! İşte şehidin metrukâtı ve vesâyâsı!”
Bu levhanın içeriğinden Yzb.Mehmet Muzaffer hakkında diğer yayınlara göre biraz daha fazla bilgi bulunmaktadır. 6’ncı Ordu Komutanı Halil (Kut) Paşa’nın yazısı diğerlerinde bulunmazken bu levhada yer almaktadır. Her ne kadar Tanin Gazetesindeki yazı Halil Paşa’nın anlatımı ile bire bir örtüşse de gazetede tamamı verilmemiş bu anlatımın levhada tamamı bulunmaktadır. Miras ve Vasiyeti diye belirtilen ikinci bölümde ise bir çocuğunun dünyaya gelmiş olduğu belirtiliyor. Annesinin varlığından da bahsediliyor. Eşi hakkında ise bir bilgi bulunmuyor.
Yzb.Selahattin’in Anlatımıyla Yzb.Mehmet Muzaffer
Mehmet Muzaffer’den Yüzbaşı Selahattin Yurtoğlu da 15 cilt tutan anılarında bahsetmektedir. Yzb.Selahattin Bey Halil Kut Paşa’nın yaverliğini yapmış ve Kut’ül Amare Muharebesine katılmış bir askerdi. Mehmet Muzaffer hakkında diğer yazılanlardan farklı bilgilerden bahsetmektedir. Özlük bilgileri, memleketi, ailesi ve evliliği hakkında yeni bilgiler aktarmaktadır. Öte yandan levha konusunda da önemli bir bilgi vermektedir. Yzb. Selahattin Yurtoğlu’nun bu konuda yazdıkları önemlidir. Çünkü dönemin ve konunun anılarını kaleme alan tek tanığıdır. “Destan” başlıklı bölümde şunları yazmıştır[14]: “6.4.1916 günü tarihe “İkinci Hat – Felahiye Muharebesi” adıyla yazılan savaş büyük bir kahramanlık destanıyla geçti. Bu muharebede tanık olduğum kahramanlıklardan birisi çok acıklıdır.
Fındıklılı Muzaffer adında 1890 doğumlu bir piyade birinci mülazımı (üsteğmen) vardı. Bu çocuk uzun boylu, mavi gözlü ve cidden şahane bir yapılışta idi. Çok mütevazı, çok kibar, çok kahraman bir arkadaştı. İstanbul’dan hareket ettiği zaman Dokuzuncu Alay emir subayıydı.
Muzaffer hareket tarihinden bir hafta önce evlenmiş… Alay hareket emrini alınca kendisini İstanbul’da bırakmak istemişler. Yirmi dört yaşındaki delikanlı arkadaşları harbe giderken evinde karısıyla kalmayı aldığı terbiyeye sığdıramamış, alayıyla birlikte hareket etmiş…
Muzaffer, İkinci Felahiye muharebesinde Piyade Bölük Kumandanıydı. Muharebenin yoğun bir anında Muzaffer gırtlağına rastlayan bir kurşunla vurulup düşüyor. Yanında bulunan nefer, kendine yardıma koşunca Muzaffer eliyle işaret ediyor. Nefer genç birinci mülazımın göğsünü açıyor. Ve gene yaralının işaretiyle cebinden bir zarf çıkarıyor. Bu, posta pullu, boş bir zarftır. Muzaffer gene askerin kendi cebinden çıkarıp verdiği kalemi gırtlağından akan kana batırarak zarfın üstüne şunları yazıyor:”Eşhedüen lâ ilâhe illâllah ve Muhammedün Resulullah… Bölük intikamımı alsın. “Muzaffer bu yazıyı yazıyor ve gözlerini hayata kapıyor. Bu yazıyı yazan borazan neferi kumandanın öldüğünü yüksek sesle bölüğe bildiriyor ve ölürken yazdığı emri yüksek sesle bölüğe bildiriyor ve ölürken yazdığı emri okuyor. Şehidin emrini alan bölük, siperlerimize girmiş düşmana olağanüstü bir kahramanlıkla atılıyor ve o günkü zaferi sağlıyor. Grup Kumandanlığı olayı bir emirle orduya bildirmiş ve zarfı başkumandanlığa göndermişti. Başkumandanlık bu zarfın fotokopisini ve kumandanlık emrinin suretini bütün askeri okullara bir kahramanlık levhası olarak dağıtmıştı. Bu olaydan bir buçuk yıl sonra Ordu Kumandanı Halil Paşa’ya yaver olmuştum. Halil Paşa’nın evrakını tasnif ederken Muzaffer’in karısından gelmiş bir mektubu buldum. Zavallı kadın diyordu ki:” Bir haftalık beraber ömür sürdüğüm ve şimdi çocuğunu kucağımda taşıdığım Muzaffer’in intikamını almak için müsaade edin cepheye geleyim. Onun bölüğünde nefer olayım, ben de o bölükte şehit olayım. “Çok hazin yazılmış bu mektubu birkaç kere okudum, her okuyuşumda ağladım. Sonradan duyduk ki bu kadıncağız hastalanmış ve bir akıl hastanesine kaldırılmış.”
Yzb.Selahattin Yurtoğlu bu anıyı anlatırken dipnot bölümünde önemli bir bilgi de aktarıyor. Bu açıklamadan, levhanın durumu ve işlevi ile mezarının nerede olduğu hakkında bilgi sahibi oluyoruz. Bu dipnot şöyledir:“ Ben Harbiye’de 1923’te Bölük Kumandanıyken bu levha, okulun müzesinde duruyordu. Zarfın aslı şimdi Askeri Müze’dedir. 1916’da Kütülammare’de yapılan şehitler abidesinin yanına Muzaffer’i gömmüştük.”
SONUÇ
Yzb.Selahattin Yurtoğlu’nun yazdıkları diğer ana kaynaklarda belirtilen bilgilerle bazı noktalarda çelişmektedir. Bugünkü arşive dayalı kaynaklardan elde ettiğimiz bilgiler ışığında Yzb.Selahattin’in yazdıkları günümüzde yapılan yanlışlıkların temelini oluşturmaktadır. Yazdıklarının doğruluğunu tespit etmek güçtür. Mehmet Muzaffer’in özlük dosyasındaki bilgilerle uyuşmayan bölümler vardır. İşte bu yazılanlar sonraki yıllarda yeniden yazılan kitaplara ve çalışmalara; herhangi bir değerlendirme yapılmadan ve arşiv araştırılmasına dayandırılmadan doğrudan aktarılmıştır.[15] Günümüzde ise birçok yayında, görsel medyada ve anlatımlarda bu konu işlenmektedir. Ancak zaman zaman isim benzerliği dolayısı ile konu ve kişiler karıştırılmakta, yanlış anlatımlar yapılmaktadır. Özellikle başka bir Şehit, İhtiyat Zabiti (Yedek Subay)Mehmet Muzaffer ile sık sık karıştırıldığı görülmektedir. İki farklı kahramanlık olayı ve kahramanlık şahsiyeti; tek bir kişi imiş gibi anlatılmaktadır. Bu iki anlatımın birisi Çanakkale’de geçen ve İhtiyat Zabiti Mehmet Muzaffer’in gerçekleştirdiği 100 liralık bir banknotun çizilerek karşılığında otomobil lastiği alınması olayıdır. Diğeri ise Irak Cephesinde Felâhiye Muharebesinde ağır yaralı halde iken bir zarfa kanı ile “bölük intikamımı alsın” şeklinde, askerini cesaretlendirici bir yazı yazdıktan sonra şehit olan Yzb.Mehmet Muzaffer’in olayıdır.[16]
Yzb.Mehmet Muzaffer 1303 (1887) Rize/Fındıklı doğumludur. Babasının adı Osman’dır. 1908 yılında Kara Harp Okulundan Teğmen rütbesiyle mezun oldu. Piyade sınıfına mensuptur. Sicil numarası 1324-P.84’tür. 1911 yılında Üsteğmen oldu. Şehit olmadan kısa bir süre önce ise 1916 Mart başında Yüzbaşı oldu. 27 Mart 1332 (9 Nisan 1916)’de Felahiye Muharebelerinde şehit oldu. Kutü’l-Amâre şehitliğine defnedildi.
Sıkça karıştırılan diğer Mehmet Muzaffer ise Yedek Subay(İhtiyat Zabiti) olarak askerlik görevini ifa etti. Babasının adı İbrahim Zühtü’dür. İstanbul’da doğmuştur. 48’inci Tümen 150’nci Alay 3’üncü Tabur 14’üncü Bölükte askerlik görevini yaparken Filistin civarında Tafelya Muharebesinde 25.11.1918 tarihinde önce esir oldu. Sonra şehit olduğu anlaşıldı.[17]
Görüldüğü gibi gerek rütbe gerekse görev ve zamanlar açısından tamamen bir birinden farklı iki kişi söz konusudur. Bu kişilerin aynı kişi olması mümkün görünmemektedir.
Yzb.Mehmet Muzaffer’in yaralanması esnasındaki hareket tarzı ve zarfa kanıyla yazdığı yazılar Türk askerlik kültürü açısından çok önemli bulunmuştur. Bu olay gazetelere yansımış ve dergilerde yayınlanmıştır. Ayrıca askeri okullardaki subay adaylarına cesaret ve moral kaynağı olması için bir rol model olarak da gösterilmiştir.
Öte yandan muharebede şehit olan Yzb.Mehmet Muzaffer’in şehit olmadan önceki yaptıkları önemli bir davranış ve tavırdır. Aynı şekilde zamanın komutanları ve yetkililerin bu davranışı kamuoyuna duyurma ve bilgilendirme yöntemi de dikkate değerdir. Toplumlar değerleri ve onlara verilen değerlerle doğru orantılı bir yaşam sürer. Bu yüzden bu ve benzeri olayların akademik açıdan incelenip toplumun kültür hayatına doğru şekilde dâhil edilmeleri büyük önem taşımaktadır…
KAYNAKÇA
Milli Savunma Bakanlığı Askeri Arşivi (Lodumlu).
Erhan Çifci; Kutü’l-Amare Kahramanı Halil Kut Paşa’nın Hatıraları, İstanbul 2015.
Genelkurmay Başkanlığı; Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi, III üncü Cilt, Irak-İran Cephesi 1914-1919 I inci Kısım, Ankara 1979.
Genelkurmay Başkanlığı; Türk Tarihindeki Kahramanlık Öyküleri Menkıbeler, Ankara 2009.
Harp Mecmuası; Sayı 12, Ağustos 1332.
Lale Dergisi; Sayı 2, Temmuz 1984.
Milli Savunma Bakanlığı; Birinci Dünya ve İstiklal Harbinde Şehit Olan Subay, Askeri Memur ve Astsubayların Künye Kayıtları, Ankara 1997.
Milli Savunma Bakanlığı; Şehitlerimiz, Cilt:3, Ankara 1998.
Metin Soylu; Yüzbaşı Mehmet Muzaffer, İstanbul 2012.
Tanin Gazetesi; 28 Haziran 1332.
* Dr. (E) Öğ.Alb.
suatakgul1@gmail.com
[1] Genelkurmay Başkanlığı; Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi, III üncü Cilt, Irak-İran Cephesi 1914-1919 I inci Kısım, Ankara 1979, s.586-615, 722-729, 767-773.
[2] A.g.e., s.586. Erhan Çifci; Kutü’l-Amare Kahramanı Halil Kut Paşa’nın Hatıraları, İstanbul 2015, s.153-154.
[3] A.g.e., s.588,592-594.
[4] A.g.e., 610-611.
[5] A.g.e., 726.
[6] A.g.e., 772-773.
[7] Metin Soylu; Yüzbaşı Mehmet Muzaffer, İstanbul 2012.
[8] İlhan Selçuk; Yüzbaşı Selahattin’in Romanı, I, 14.Baskı, İstanbul 2007, s.213.
[9] Tanin Gazetesi, 28 Haziran 1332.
[10] Harp Mecmuası’nın ilk sayısı Aralık 1915’te yayınlandı. Toplam 27 sayı yayınlanan Mecmua’nın son sayısı Haziran 1918 tarihlidir.
[11] Harp Mecmuası, Ağustos 1332, Yıl:1, Sayı: 12, Sayfa: 182-183.
[12] Harp Mecmuası, Sayı: 12, Sayfa:182.
[13] ATASE Arşivi; Yzb.Mehmet Muzaffer Afişi.
[14] İlhan Selçuk; a.g.e., s.212-214.
[15] Genelkurmay Başkanlığı; Türk Tarihindeki Kahramanlık Öyküleri Menkıbeler, Ankara 2009, s.38-39.
[16] Metin Soylu; a.g.e.
[17] Milli Savunma Bakanlığı; Şehitlerimiz, C:3, Ankara 1998, s.204-205. MSB; Birinci Dünya ve İstiklal Harbinde Şehit Olan Subay, Askeri Memur ve Astsubayların Künye Kayıtları, Ankara 1997,s.75 ve 221. Ayrıca Yedek Subay Muzaffer için bakınız; Lale Dergisi; Sayı 2, Temmuz 1984.
Yorum gönder